Hangi Objektif?

Kimileri için sahibi oldukları markalar dünya birincisidir. Bu, bir yönüyle ben merkezlilik, başka bir yönüyle “takım tutma” da denilebilecek bir tür sadakat ya da körlüktür. Aklı başında koskoca adamların çocuklar gibi Nikon / Canon kavgası yaptığını görürsünüz. Bunun insanları rahatlatan ve “objektif düşünme” gibi zahmetli bir işten kurtaran yanı olabilir.

Sinema EOS Sistemi’nde Yeni EF Lensler
Tamron 24-70mm f/2.8 Di VC USD
2012’nin dikkat çeken fotoğraf ürünleri

Yazar: Prof. Sabit Kalfagil

Kimileri için sahibi oldukları markalar dünya birincisidir. Bu, bir yönüyle ben merkezlilik, başka bir yönüyle “takım tutma” da denilebilecek bir tür sadakat ya da körlüktür. Aklı başında koskoca adamların çocuklar gibi Nikon / Canon kavgası yaptığını görürsünüz. Bunun insanları rahatlatan ve “objektif düşünme” gibi zahmetli bir işten kurtaran yanı olabilir. Satmanın üretmenin önüne geçtiği günümüzde, satıcılar takımı bu zaafı iyice sömürüp insanları markalara tapar hale getirdiler. Bu yüzden koskoca devlet adamları bile hedeflerini dile getirirken “marka olmak”, “marka yaratmak” gibi sözleri kullanırken nerede ise markayı kutsallaştırıyorlar.

SK obj giris - Hangi Objektif?

Pekiyi, markanın hiç mi önemi yok? Önemi sadece bir yere kadar. Bunun için gözümüzün önünde markalaşma prosedürlerine bir bakalım: Birinci kural, “ısrar et, ısrar sonuç alır” şeklindedir. Gün boyu bizi canımızdan bezdiren her önemli yayını paramparça ederek günde her biri en az 10 kez kafamızı ütüleyen firma reklamlarını düşünün. Acaba bunların gerçekliğini irdeleyenimiz olmuş mudur? Örneğin, en pahalı deterjanın gerçekten en iyi temizlediğini test eden olmuş mudur? Adı, sanı bilinmeyen ve onun yarı fiyatına satılan deterjan gerçekten daha mı kötü temizliyor? Birileri bize hemen cevap yetiştirecektir. Bu kadar ucuz olduğuna göre mutlaka dandik bir şeydir. Çünkü kafalara fiyat eşittir kalite önyargısını bir kez yerleştirmişler. İnsanları soymak için bundan iyi yol mu olur? Bu ısrar uzun yıllar sürmüşse ve firma hakkında ciddi bir skandal yoksa bu ısrar sonuç alır, marka oluşur.

Geçmişi yüzyıla dayanan bir şekerleme firmasının ürünleri ne vazgeçilmezdir ne de emsallerinden üstündür. Buna rağmen akla gelen ilk markadır. Sadece ender birkaç firmanın ürünleri böyle bir şöhreti gerçekten hak edecek mükemmelliktedir. Ama bu bile onların bütün ürünlerinin aynı derecede mükemmel olduğu anlamına gelmez. Örneğin, telemetreli makineleri ve objektifleri ile haklı bir üne sahip X firmasının refleks makine gövdeleri problemlidir. Öteki refleksler kadar güvenli değildir.

Objektiflere gelince sorgusuz sualsiz teslim olup tüm objektiflerini satın almakta sakınca görmediğimiz, makinemizi üretmiş olan firmanın gerçekten bütün objektifleri aynı düzeyde değildir. O derece prestiji olmayan bir objektif firmasının bazı ürünleri nerede ise mükemmeldir. Bunu, fiyat bölü kalite orantısı yapmadan söylüyorum. Bir de fiyatlarına bakınca tercih ibresi büsbütün o ikinci firmayı gösterecektir. Akıllı olup seçimi o yönde yapmak gerekir. Bazılarımıza bunu anlatamazsınız, haksız da değildirler. “Ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır hikmeti” özdeyişi bizim ulusumuza aittir. Ben Bernard Shaw‘ın özdeyişini daha çok benimsiyorum. Diyor ki: “En akıllı adam, terzimdir. Her gidişimde yeniden ölçümü alır.”

Her zaman söylerim; maldan anlıyorsanız markaya ihtiyacınız yoktur. Pekiyi, maldan nasıl anlanır? Elbette bilgi ve deneyimle… Bu öğrenmek demektir. “Sınama ve yanılma” öğrenmenin en temel ama en pahalı yoldur. Ayrıca bu yolla bilgi edinme kişiselleşir. Başkasına da yararı olması için bilginin paylaşılması kişisel bilgilerin bir araya toplanıp harman edilmesi gerekir. Örgün eğitim bu işi yapıyor. Adına iletişim çağı, zaman zaman da bilgi çağı denen günümüzde iletişim araçları eğer kirlenmemişlerse (tabii reklamlar konu dışıdır) bu görevi üstleniyor olabilirler. Örneğin bazı yabancı fotoğraf dergilerinde yarım yüzyıl öncesinden başlamak üzere test raporları yayınlanır. Bugün internette bazı siteler, bu konudaki ihtiyacımızı karşılayabilir. Ayrıca Almanya’nın ünlü bir fotoğraf dergisi oldukça ayrıntılı ve bu yönüyle güven veren testler yayınlıyor. Asıl mesele bu raporların ne kadar güvenilir oldukları ile ilgilidir. 1970’li yıllarda Amerika’nın ünlü bir fotoğraf dergisinde objektif testleri yer alırdı. O derginin testlerinin de sonuçlar sayısal değildi, sözcüklerle ifade edilirdi. Derecelendirmeleri şöyleydi; “kötü – kabul edilebilir – iyi – çok iyi – mükemmel” gibi. O tarihlerde özellikle bir objektif firmasının ürünleri bu testlerde hemen bütün diyafram değerlerinde mükemmel diye notlanıyordu. Ben bu firmanın hiçbir objektifini kullanmadım. Ama gerek öğrencilerimden gerek arkadaşlarımdan çok kullanan vardı. Övgüden çok şikâyet dinlediğimi hatırlıyorum. Son yıllarda bu firmanın artık adı sanı duyulmuyor. 35 mm makinelerin ilkini yapma onuruna sahip, ünlü bir Alman firması var. Bu firmanın adı tüm dünyada bir prestij simgesidir. Seri üretimden çok atölye sistemi ile çalışan, nerede ise el yapımı denebilecek bu ürünler emsallerinin en az iki katı fiyata satılırlar. 1970’lerdeki bu testleri yakından izleyip sonuçlarını bir not defterinde toplamıştım. Sanırım hala duruyor. Bu testlerde bu ünlü objektiflerin aldığı notlar nerede ise orta halli Japon objektiflerini geçemeyen bir performansla temsil edilmişler. Oysa bu Alman firmasının refleks makine gövdeleri için olumsuz eleştiriler yapılabilir. Ama objektifleri neredeyse mükemmeldir. Bu nedenle yayımlanan test raporlarını biraz kuşkuyla, en azından ihtiyatla karşılıyorum. Sayısal raporlar doğal olarak daha güven vericidir. Ama bunların dahi mutlak bir değer taşımadığını şöyle ifade edeyim: Her test raporu belli bir objektifin seri numarası ile verilmektedir. Dolayısıyla aynı ürünün bir başka numaralı olanı için bağlayıcı değildir

* Devam edecek…

"Hangi Objektif? yazısının devamını önümüzdeki günlerde paylaşacağız.

YORUMLAR

WORDPRESS: 0